Değişim; Çöküş mü? Diriliş mi?
Ülke sevgisinde sürdürülebilirlik;
Toplumsal kültür, inanç ve kitlesel ahlak davranışlarının nesilden nesile aktarılması insan hayatının yaşayış biçiminin geriden gelenlere aktarılmasıdır. Milli bir insan modelini, idolünü sürdürebilmek vatan, millet savının temel ögelerindendir.
Yerli araba, yerli uçak, yerli motor, yerli silah üretilir, üretiliyor da. Fakat "yerli genç ve yerli insan" kalmayıp azaldığı gün vatan nereye doğru gider. Her şey biter mi? bilinmez. Bir gün teknoloji tamamen yerli olur, bu mümkündür ama yerli insan kalmazsa o teknoloji birşey ifade edecek mi? Bu yerli üretimden kimler faydalanacak Suriyeli, Afganlı, İranlı, Iraklı vb.leri mi?
Türk insanı varlığını koruyabilecek mi?
Amerika'daki bir gençle, Türkiye'deki bir gencin yaşam tarzı, anlayışı, düşünüşü, beslenmesi, giyinmesi, zevkleri benzediği zaman ülkeniz işgal edilmiş veya yıkıma hazır hale gelmiş olmuyor mu? Çünkü iki ayrı millet. Bu engellenmiyorsa iktidarın hangi partide kimde olduğunun bir önemi var mı? Değişim kültür ve inanç erozyonu düzeyinde değil, eğitimde, teknoloji alanında, milli değerlere sahip çıkarak kültürel gelişimde olmalıdır. Belli bir noktada bulunan aile kültürü de sükut etmiş durumda onlarda umursamıyorlar.
Türk parasının değeri düşerken isyandan ve şikayetten yana tavır alınıyor. Ancak halk olarak gereği yapılıyor mu? devlete, millete, milli değerlere ve ekonomiye sahip çıkılabiliyor mu?
Kültürün değeri düşerken,
Ahlâkın değeri düşerken,
Vicdanın değeri düşerken,
Dinin değeri düşerken,
İnsanlığın değeri düşerken kılınız bile kıpırdatılmıyor. Adeta olanlar karşısında seyirci kalınıyor.
Anne, babalar çocuğunun ahlaki-dini değeri düşerken umursamıyor bile umursuyor olsa da bu hızlı olumsuz değişime dur denilemiyor. Karşı konulamıyor.
Zamlara, dolara verdiğimiz tepkiyi çocuğumuzun kültürden, ahlaktan, dinden uzaklaşmasına verilmiyor. Anne babalar zamlara, doların altının çıkmasına üzüldüğü kadar çocuğunun diploma, maaş, konfor uğruna kültürsüzleşmesine üzülmüyor. Hatta umurunda değil gibi, başıboş bırakılmış halde. Adeta yeni nesil ebeveynleri yönlendiriyor. Oysaki ebeveynler yeni nesli, geriden gelenleri yönlendirmelidir.
Çocuğuna her türlü maddi imkanları sağlayan aileler, ahlak ve kültürel olarak çocuklarının ne durumda olduğuna dikkat bile etmiyor yada edemiyorlar. Pazardaki soğan ve patates kadar değeri yok. Çocuğunun yarın ailesine, vatana, millete faydası olmayacağı gibi ahirette de sorumluluğundan kurtulabilecekler mi?
Vatanı, devleti İngiliz, Yunan, Amerika işgali yıkmaz, yıkamadı da! Fakat İngilizleşmek, Yunanlaşmak, Amerikalılaşmak yıkabilir ve yok edebilir. Yaşantı olarak, Yunanı denize döküp Yunanlaşmışsak, İngiliz'i İstanbul'dan çıkarıp İngilizleşmişsek işgal bitmemiş şekil ve boyut değiştirmiş anlamına gelmiyor mu?
1800'lü yıllarda "toprak işgali" başladı.
Ardından "ekonomik işgal" başladı. Borçlandırma oldu.
Ardından "ideolojik işgal" başladı. İdeolojilerle halk bölündü.
Ardından "zihin işgali" oluşturuldu. Ağır hasar aldı Türkiye.
Şu an "biyolojik işgal" başladı. Son hızla devam ediyor.
Bir görüşe göre; Türkiye'de yenilikçilik ve değişim adına, "aydın, sanatçı ve şarkıcıların" çoğu;
Seküler hayat tarzının,
Batılı kültürün,
Kapitalist değerlerin,
Çürümüş liberal ahlâkın,
Yabancı düşünüş biçiminin taşıyıcısı oldular.
Aydınların fikri,
Sanatçının tarzı,
Şarkıcıların klip ve sözleri durumu sanki özetler gibi Türk halkı milli duruşunu kaybetme yolundadır.
Şarkı, müzik, sanat sektörü milleti emperyalizmin istediği doğrultuda dönüştürme aracı olarak tasarlanmış ve farkında olunmadan bu yönde kullanılıyor denilebilir. Ekonomist diye dikkate alınan çoğu uzman, emperyalist gücün iktisat sistemini korumakla görevli "mankurt ajan." Sömürge aydınları ise ülkeyi komple köle eden türdendi.
Yerli araba, yerli uçak, yerli silah, yerli her teknoloji üretilir. Fakat "yerli insan" kalmadığı gün hiçbir şey ifade etmeyecektir. Devlet de aileler de iktidarlar da bu durumu dikkatle değerlendirmelidir.
Bu konuda derin sorgulamalara ihtiyacı olanlar için;
Örnek olarak deistlik,
Ensestlik,
Lgbt vb.
Endişelendik. Uyuşturucu ve terör tehlikesi ise hep hatırlatıldı.
Dünyasal görüş, hazcılık harman yeri haline getirdi Türk ve Müslüman coğrafyalarını.
Kültürel işgaller görmezden gelindi.
Ayrıntılar görmezden gelinmemeli toplumun çözülmesine fırsat verilmemelidir.
Deizmin gençler arasında yayıldığı düşüncesi var ama sonuçları belli olan bir akademik araştırmaya rastlanmamıştır. Deizm, İslam’dan dünyevi yarar uman yetişkinlerin oluşturduğu kültürel havzada yerleşmiş gibi görülse de sosyal sınıflar düzeyinde değişiklik gösterebilir.
Diğer taraftan devletleri ve toplumları değiştirmek ve yeni bir toplum mühendisliği yaratmak çok değil yakın geçmiş tarihte başlamıştır.
Almanya da Nazilerin iktidarı Hitlerin ikinci dünya savaşında Yahudilere uyguladığı soykırım sonrası Amerika’ya kaçan Yahudilerden Sigmund Freud grubu gibi bazılarının Almanya’da o dönemde komünizm savunuculuğu yaparken, kapitalizmin kalesi Amerika da bunu yapamayacaklarını anlamaları üzerine toplum mühendisliğine soyunmaları ile başlamıştır. 1950’lerde Amerikan Yahudi komitesinin bilimsel araştırmalar bölümü “Önyargı üzerine çalışmalar” adı altında bir dizi makale kitap yayımlanmıştır. Bunlardan biri Theodor W. Anordo, Else Frenkel-Brumswik, Sanford Levinson’ın hazırladığı otoriter kişilik kitaplarıdır. Kitap özetle duygular bastırılırsa çevreye yansır, özellikle öfke ve nefret gibi duyguların oluşmaması için çözüm aşırı bireysellik teşvik edilmelidir.
Ayrıca sosyal gruplar, milliyetçi oluşumlar gibi topluluklar engellenmeli ve sonuç olarak öfke ve nefretin olmadığı ütopik bir toplum yaratılmalıdır. Yani asıl hedef Siyon veya bu günün tabiri ile Matrix dünyası yaratmaktır.
Bu proje bu gün değerlendirildiğinde başarılıda olur. Geriye dönüp bakıldığında geçen 70 senede özellikle ABD’de baba otoritesinin adım adım yıkıldığına şahit oluyoruz. Ama sadece baba değil, otoriteyi temsil eden okul, kilise ve sosyal kurumlar.. Otorite adeta özgürlüğün karşı kutbunda bir taraf gibi sunulur.
Örneğin E. Fromm özgürlük korkusu adı altında İnsancıl ve Varoluş Psikolojisinin temeli olan “Başkasına zarar vermediğin müddetçe her şeyi yapabilirsin, bu hayat senin korkmadan dolu dolu yaşa” düşünceleri bir erdem gibi yayılır.
E. Fromm çekirdek ailenin ona göre “sadomazoşist” yapıda olmasıdır. Ve bu yapı faşizmin doğum sebebidir. Amerika’da bu yapının etkileri kötü bir şekilde görülür.1960-1991 aralığında siyahlarda gayrimeşru çocuk oranları %24 den %68 beyazlarda ise %2 den %18’e yükselir. Tabi ki aile içi otorite azalınca sadece bu alanda değil; alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, şiddet olaylarına karışma gibi sosyal durumlarda da artışlar devam ederek gözlemlenmiştir.
Sadece bununla kalmamıştır. Bu akımlar öncesi Amerika’da “Değerleri yeniden belirleme” projesinin savunucularından Howard Kirschenbaum’ un aktardığı gibi bu çerçevede Amerika’da seminerler vasıtası ile 200 bin öğretmen eğitilerek proje uygulanmış ve buradan tüm dünyaya yayılması amaçlanmıştır.
Bu evrelerin sonucu “toplumsal cinsiyet” savunuları ile ön plana çıkarılarak cinsiyet seçme özgürlüğü gibi kuralsız, inancın ve tabiatın doğasına aykırı erkek ve dişi dışında yeni cinsiyet arayışlarına kadar götürmüştür.
Aynı akımın öncülerinden J. Twenge ben nesli kitabında gelişmekte olan ülkelerinde sırası gelecek. MC Donald’s ve Coca cola örneklerinde olduğu gibi Amerikan bireyciliği dünyanın her köşesine yayılıyor. Son moda akımlar gelişen ülkeleri sarmaya devam ederse “Ben” nesli yansımaları çok yakında bütün dünyaya ulaşacak, dünyadaki bir çok ülkede çocuklar Amerikan kültürüne maruz kaldıkları sürece ailenin her şeyden önce geldiği fikrine isyan etmeye başlayacaklar düşüncesi ile bu günü tarif etmiş oluyor. Çocukları dolayısıyla toplumları ben merkezli yetiştirirken aile kavramı kökünden bozularak deformasyona uğradığı görülüyor. Bu günde üstel bir hızla hayvan seviciliği özellikle kedi, köpek gibi evcil hayvanlara şefkat, merhamet ve koruma içgüdüsünü tetiklemek de bu projenin bir parçası oluvermiştir.
Dünyanın bir çok bölgesinde açlıktan ölen insanlar varken, hayvan seviciliğine harcanan milyar dolarlar, acımak, merhamet, şefkat dürtüleri ön plana çıkartılarak göz ardı ettiriliyor demekte yanlış olmayacaktır.
Times’in yayınlarına göre dünyada %2,5 nüfusa sahip Yahudi toplumunun dünyanın ve Hollywood’un %60’na sahip olması bu yönden düşündürücüdür. Ayrıca Atatürk filmini yayınlamakta geri adım atan Walt Disney’inde bu üst akılın bir parçası olduğu bilinmektedir.
Bu Değişim mi? Çöküş mü? özellikle Türkiye’yi ve insanlığı nereye götürecek bununla ilgili bir “toplumsal araştırma merkezi” kurulup araştırılabilir, tedbir alınabilir yada bekleyip görülebilir..
Geçmişi, gelecekle doğru yönde birleştirebilecek sağduyulu, inançlı bir toplumun oluşturulması dileğiyle.
Sağlıkla kalın..!