Dünya ülkeleri emperyal güçlerin stratejik savaşlarını, ‘bana dokunmasın’ içgüdüsüyle izlemeye devam ediyor. Yer kürede ve Orta doğuda yaşanan siyasi ve insani krizlerin sonu gelmiyor. Bir ülkede, bölgede kriz bitmeden diğeri başlıyor ve dünya ülkelerini, politikalarını adeta sınamaya devam ediyor.
Bunlardan biri daha, Süveyda merkezli gelişmeler, bir yandan Suriye devletinin otoritesinin çöküşünü gösterirken, diğer yandan İsrail’e bu boşluğu doldurma fırsatı veriyor. Son dönemde yorumlar böyle ancak Suriye’de, “otoritenin çöküşü” yorumu kabul edilemez, bu algıya sebep Ortadoğu hareketlerinde İran’ı saf dışı bırakarak, Türkiye’yi de hep dışarıda tutmak isteyen İsrail’dir, durdurulması gerekir.
On yılı aşkın emperyalist rejim değiştirme operasyonu sonucunda Suriye’de ortaya çıkan yönetim, geçmişte “terörist” olarak anılan unsurların hâkimiyetindeki bir yapı olmuştur. Şam’daki yeni güçler, ülkenin güneyindeki Dürzi azınlığa karşı baskı ile siyasi hâkimiyet kurmaya çalışırken sert katliamlara dönüşmüştür. Nitekim HTŞ bağlantılı militanların Süveyda kentine girerek Dürzi halkına ve onların inanç simgelerine saldırması, bunun bir katliam girişimi olduğunu ortaya koymuş oldu. Sahadan gelen haberler medyada bu şekilde yer aldı.
Bu tabloda, İsrail kendisini Dürzi toplumunun hamiliğine soyunarak, Gazze’de insani değerleri hiçe saydığı halde, “insani müdahale” görüntüsüyle ortaya çıktı. Tel Aviv yönetimi, Suriye’deki Dürzileri korumayı bir sorumluluk gibi gösterip, aslında bölgeye doğrudan müdahil olmayı meşrulaştırmaya çalışıyor.
İsrail çevresindeki beş ülkeyle çatışarak barış koşullarını çiğnemiş bu günde Şam’ı Başkanlık ve Genel Kurmayı vurmuş ve bu hareketiyle kendisini Ortadoğu’nun hamisi olarak göstermeye çalışmaktadır.
Katz’ın, “İsrail, Suriye’deki Dürzileri terk etmeyecek” sözleri bu stratejinin açık beyanıdır. Hatta İsrail içerisindeki Dürzi vatandaşların da Süveyda’daki kardeşleriyle dayanışma için genel grev ilan etmeleri, küçük bir grubun Suriye topraklarına geçmesi ve İsrail ordusunun onları geri getirmeye çalıştığını açıklaması, İsrail’in uluslararası kamuoyu nezdinde, “Dürzi halkını koruyan ülke” imajı çizmesine yardımcı oluyor. Ancak tarihi deneyimler göstermektedir ki İsrail’in bir bölgeye koruma veya güvenlik gerekçesiyle yerleşmesi, o bölgede kalıcı bir işgale dönüşmekte ve yerel halkın çıkarlarından çok İsrail’in stratejik hedeflerine hizmet etmektedir.
Bugün, “silahsızlandırılmış güvenli bölge” söylemiyle Süveyda ve çevresine nüfuz eden İsrail’in yarın bu bölgede fiilen askeri-siyasi kontrol kurma arayışında olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü İsrail, Suriye’ye ait Golan tepelerine alan genişletmek amacıyla saldırmış ve bir kısmını daha işgal etmişti.
Bu arada ABD; İsrail’in oldubittiye getirdiği Dürzi bölgesini silahsızlandırma adına, Suriye hükümetinden askerlerini Suriye’nin güneyinden çekmesini istiyor. Nadir görülen garip bir durum. Bu, Suriye’nin iç işlerine müdahale değil mi?
Bu durum demokrasiyle, uluslararası ilişkilerle ve BM sözleşmesiyle hiç örtüşmemektir. Hatırlanacağı üzere ABD, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde Şara hükümetini desteklediğini bildirmişti.
Rusya-Ukrayna savaşını bitirme sözünü yerine getiremeyen Trump, Rusya lideri Putin’e savaşı durdurması konusunda 50 gün süre tanıdığını bildirdi. Peki, elli gün sonra ne olacak? Ukrayna’ya askeri destek, Rusya’ya yaptırım. Öncelikle yaptırım, savaşa neden olan ülkelere tüm dünya ülkeleri tarafından uygulanmalı ve başta da ABD, İsrail ve Rusya.
ABD ve Trump’ın dış politikadaki bu manevraları uluslararası güvenini aşındırmaya devam etmektedir. Bu nedenle Trump'ın, "barış elçiliği" hayalleri yarım kalıyor gibi görünüyor.
Silahlı çatışma konum ve olay veri projesine göre ulusalcı Trump’ın göreve geldiği Ocak ayından bu yana en az 529 saldırı düzenlendi. Küreselci Biden başkan iken dört yıllık toplam saldırı sayısı ise 555’ti. Trump, “güç yoluyla barış” stratejisini savunsa da bu yaklaşım ABD kamuoyunda ve cumhuriyetçiler arasında bile tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Bu arada Zengezur (Syunik) koridorunun, İran’ın karşı çıkmalarına rağmen ABD’ye kiraya verileceği, isterse dış kaynak kullanımı, isterse yatırım olsun bu söylentilerden vazgeçilmeli ve koridorun yönetimi Türkiye dahil bölge ülkeleri tarafından oluşturulacak bir konsorsiyum tarafından yürütülmelidir. ABD’nin güçlendikçe dünya ülkelerinin başında bir balyoz gibi durması engellenmelidir.
Trump’ın oldubitti ile desteklediği İsrail’in Süveyda’da Batı Şeria modeli bu planı, Filistin topraklarındaki yaklaşımıyla da paralellik gösteriyor. Nasıl ki Tel Aviv, uluslararası toplumun dillendirdiği, “İki Devletli Çözüm” modelini çarpıtarak Batı Şeria’da ordusuz, egemenliksiz sözde bir Filistin devleti dayatmayı hedeflediyse, Suriye’nin güneyinde de, “silahsızlandırılmış bölge” adı altında Şam’ın otoritesinden yoksun, İsrail güdümünde bir alan yaratmayı amaçlıyor. Şimdi aynı mantık Suriye’nin güney sınırında ordusuz bir komşu yaratma peşindedir. Böylece hem kuzeyde PYD ile hem güney cephede kendince bir, “tampon bölge” elde edecek, hem de ‘Büyük İsrail Projesi’nin coğrafi hedeflerine bir adım daha yaklaşacaktır.
Suriye ordusunun çekilmeye başladı bölge karıştı ancak aşiretler işin içine girdi. Bölgede sükûnet oluştu ve Suriye hükümetine bırakıldı. Burada asıl amaç HTŞ'ye ve Ahmet Eş Şara’ya gözdağı vermek, güney Suriye’de gücünü kırmak ve Federatif bir Ortadoğu yaratmaktır. Kuzeyinde PYD güçleri, batısında Aleviler, güneyinde Dürziler, diğer bölgelerde de Türkmenler, Araplar vs. kısacası bölünme.
Ayrıca İsrail’in Suriye’nin Şam, Süveyda bölgesine saldırısı tamamen tesadüf de değildir. Putin’e verilen 50 günlük süre, Türkiye’nin terörsüz bölge ve PKK açılımı, Gazze sorunu gibi çalkantılı bir döneme rastlaması bu yüzden anlamlıdır.
Nitekim bugün Süveyda’da yaşananlar, içeriden bakıldığında Suriye’nin yeni İslamcı yönetiminin Dürzilere yönelik baskısı olsa da, dışarıdan bakıldığında İsrail ve müttefiklerinin uzun vadeli planlarına uygun bir zemini ortaya çıkarmıştır. Dürzi toplumu ne yazık ki büyük güçlerin satranç tahtasında bir mağdur rolüne itilmiş durumdadır. İsrail bu mağduriyeti gidermek için değil, onu kendi lehine kullanmak için sahneye çıkmaktadır. İsrail’in Süveyda bahanesiyle Suriye’ye yönelttiği bu son saldırılar ve “güvenli bölge” ısrarı, bölgedeki güç dengelerini İsrail lehine yeniden tanzim etme çabasının bir parçasıdır. Diğer bir anlamda İsrail, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak, kuzey Suriye’de etkili olan Türkiye’nin Suriye’de ki yeniden yapılanma sürecinde etkisini azaltmak.
Planı bozan İsrail Ortadoğu’yu parçalı ve zayıf komşu devletçiklerden müteşekkil hale getirerek İsrail’in hegemonyasını pekiştirme hedefinin bir yansımasıdır. Dün “terörle mücadele” veya “demokrasi getirme” adı altında yürütülen emperyalist müdahaleler, bugün “azınlıkları koruma” ya da “silahlardan arındırılmış bölge” kandırmacasıyla sürdürülüyor. Suriye’nin güneyinde Dürzi toplumunun trajedisi, hem emperyalist planların ülkeleri ne hale getirebileceğinin ibretlik bir örneğidir, hem de bu planların yeni müdahalelere nasıl bahane üretildiğinin göstergesidir.
Dürzilerin varoluş mücadelesi, İsrail'e emperyal planlarını uygulama fırsatı vermektedir. Son on yılı aşkın süredir dış güçlerin kışkırttığı vekâlet savaşları Suriye’yi yıkıma sürüklemiştir. Şimdi bu yıkımın sonuçları, İsrail’in emperyal niyetleri için bir fırsat penceresi açmış durumdadır. Süveyda’da yaşananlar, bir yanda Dürzi halkının varoluş mücadelesi, diğer yanda emperyal hesapların satranç hamlesi olarak tarihe geçecek niteliktedir. Bölge halkları ve uluslararası toplum, ““silahlardan arındırılmış bölge” ” veya “güvenli koridor” gibi söylemlerin ardındaki niyetleri iyi okumak zorundadır.
Aksi takdirde, bugünün “barışçıl çözüm” diye pazarlanan planları yarının kalıcı işgallerine ve yeni çatışma cephelerine kapı aralayacaktır. Emperyalizmin bu yeni hamlesine karşı uyanık olmak, Suriye’nin ve bölgenin geleceği açısından hayati önem taşıyor.
Hangi demokrasi! Laiklik olmadan Suriye yönetilebilir mi? Model olma açısından Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin desteği bu nokta da çok önemli, İsrail bu konuda ABD ile anlaşamıyor. İsrail, Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin etkin rol almasını istemiyor. Bu politikaları sonucu kuzey Suriye’deki PKK’dan geçen PYD/SDG gibi alt güçlerine destek vermeye devam etmektedir. Yoksa PKK’nın 30 kişilik silah yakan güçlerinden ibaret olmadığı, bunun devamının gelmesinin gerektiği tüm çevreler tarafından bilinmektedir. PKK’nın siyasi yapılanması KCK da kendini açık bir şekilde feshetmelidir.
Süveyda merkezli gelişmeler bir yandan Suriye devletinin otoritesinin o bölgede zafiyetini gösterirken, diğer yandan İsrail’e bu boşluğu doldurma fırsatı veriyor. Aralık 2024’te eski yönetimin devrilmesinin ardından kurulan yeni Suriye hükümetinin başına El Kaide kökenli Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütünün liderinin geçmiş olması, ülkeyi kaosa sürükleyebilirdi.
İlk iktidar günlerinde selefi çetelerin katliamlarını "münferit" olaylar olarak geçiştiren HTŞ hükümetinin söylemleri Mart ayındaki Alevi bölgelerindeki çatışmalarla ortaya çıktı. Birçok Alevinin hayatını kaybettiği olayların münferit değil HTŞ'nin, "ordu" dediği güçlerin katılımı ile yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Bir başka kritik nokta Dürzilerin yoğun olarak yaşadığı Suriye'nin Güneyi. HTŞ'nin omurgasını oluşturan selefi cihatçı düşünce yapısına göre Dürziler de tıpkı Aleviler gibi "mürted". Bu cihatçı kafaya göre "Katli vacip, malı helal". Yüzyıllardır beraber yaşamış, Fransız işgaline beraber karşı koymuş, Arap Hristiyan, Arap Alevi, Arap Dürzi, Arap Sunni ne oldu da bir birine girdi? Baas rejiminin özelikle oğul Esad döneminde hataları, günahları elbette ki vardır ve sebeplerin başındadır. Ancak Baas yönetimindeki Suriye Arap Cumhuriyeti Arap coğrafyasındaki ileri ve çağdaş devletlerden biriydi. Çünkü içerisinde yaşayan farklı unsurlar düşünüldüğünde kısmen de olsa laik bir devletti. Ancak sonradan totaliter bir yapı haline gelmiştir. Suriye gibi zengin bir kültüre sahip bu toprakların başka türlü yönetilmesi de pek mümkün değildir.
İşte bu yüzden Suriye halkına, içeride farklı yapıda ki insan unsurlarına laik Cumhuriyet yönetimi daha uygun görülmektedir. Aksi halde çok kısa sürede ülke içerisindeki hâkimiyetini kaybetmesi sürpriz olmayacaktır.
Barışın hâkim olduğu bir dünya ümidiyle.
Sağlıkla kalın.