Değişen Küresel Dengeler

Emrullah BİLGİN - Değişim

Küresel emperyalizmin stratejik savaşları hız kaybetmeden devam ederken, bu savaşlar sonucu ABD dünyaya barışı getirmek gibi bir hedefi dünya medyası aracılığıyla tüm insanlığa informe etmektedir. Barışın hakim olacağı bir dünya için sadece Rusya-Ukrayna veya Hindistan-Pakistan vb savaşlar değil öncelikle İsrail’in genişleme çabalarına dayalı savaşlarında sona ermesi gerekmektedir.

Bu noktada ABD, Siyonizm'in savunucusu olmasa da çok iyi bir destekçisidir. Öncelikle Ortadoğu’ya yerleşmeye çalışan İsrail iki devletli çözüme ikna edilmeli ve Gazze savaşı durdurulmalıdır. Bu savaşların faturalarının ABD’ de, savaşan ve etkilenen ülkelerde halka ödetilmesi sonucu, bir bezginlik, adaletsizlik ve hukuksuzluklardan ilerleyen yıllarda ABD de tarihsel bir bölünme ve yönetim krizini işaret ediyor.

Kaliforniya, Teksas ve orta Amerika hattında çıkacak karışıklıklar sırasında ABD, dışarıda ki tüm askeri güçlerini ve ajanlarını geri çağırmak zorunda kalabilir. Bu ABD’nin küresel düzeyde ciddi bir güç ve otorite boşluğu yaşamasına neden olacaktır. ABD ve Arap Ülkeleri arasında ki güvenlik anlaşmaları, İsrail’in bölge ülkelerine saldırıları ile stratejik irtifa kaybetmektedir.

İşte tam bu süreçte Rusya ile de politikalarını kazan, kazan stratejisine oturtmuş Türkiye için tarihsel bir fırsat doğuyor. Uluslar arası stratejik planlar ve jeopolitik dengeler ve buna ilişkin göstergelerle Türkiye’nin ön plana çıkmasını sağlayabilir.

Türkiye bu savunma sanayisinde ki gelişmelerini stratejik alanda da sağlayabilir ve yeni stratejik topluluklarda yer almayı başarabilirse çokta uzak olmayacak bir süreçte NATO’dan ayrılabilir. İncirlik ve kürecik üslerini kapatabilir. Kendi bağımsız güvenlik mimarisini kurma olasılığını destekliyor. Eğer Türkiye bu hamleyi başarabilirse, Türkiye’yi sadece bağımsızlaştırmakla kalmaz, bu aynı zamanda Ortadoğu’nun en güçlü bölgesel devleti ve hatta küresel güçlerden biri olma konumuna taşıyabilir.

Bu bölgesel dönüşümün ardından Suriye’deki Türkmenler, Türkmeneli Musul ve Kerkük bölgelerindeki Türk toplulukları Türkiye’ye katılım isteğini dile getirebilirler. Böylece Misak-ı milli tamamlanmış olabilir. Bu süreç sadece ABD ve dolayısıyla AB’nin zayıfladığı bir dönemle kalmayıp, Türkiye Cumhuriyeti devletinin de kendi kaderini eline alarak büyüme ve yükseliş sürecine girebileceğini söylemekte yanlış olmayacaktır. Bu yükseliş Orta Asya’da ve Avrupa’da ki Türk nüfusu hareketlendirerek, Türk Devletleri Topluluğu başka bir noktaya evrilmeye geçebilecektir. Ancak Karadeniz’in Kuzeyinde Ukrayna’dan aldığı topraklarla birlikte Rusya’nın stratejik politikası hangi noktalarda, hangi stratejilerde şekillenecektir. Rusya, Türkiye’nin içinde bulunduğu topluluklar içinde bulunacak mı? Ukrayna’nın yaklaşık %7’sini işgal eden, 1,8 milyon nüfusu yerinden eden, Kırım ve Donbas bölgesinden Karadeniz’e ulaşan Rusya yeni stratejiler ortaya koyabilecek mi? veya hangi stratejileri ortaya koyacaktır.

İşgal ettiği bu bölgelerde savaş sonrası karışıklıklar çıkarsa Rusya’nın bu süreçte uygulayacağı politikalar nasıl olacaktır? Hangi yol ve yöntemleri kullanacaktır? Belki askeri, belki ekonomik, belki de etnik yöntemleri devreye sokacaktır. Rusya bulunduğu bölgede yalnızlaşmak veya yalnız kalmak istemeyecektir. Çünkü bu Rusya’nın yayılma, genişleme politikasına aykırıdır. İkinci bir Putin veya Gorbaçov çıkar mı? Bu da büyük bir belirsizliktir.

Yeni Soğuk Savaş veya İkinci Soğuk Savaş olarak adlandırılan ve genellikle Rusya veya Çin’in liderliğindeki bir blok ile ABD veya NATO tarafından yönetilen diğer bir blok olmak üzere, jeopolitik güç blokları arasındaki yenilenen siyasi ve askeri gerginlikleri ifade etmekte kullanılan bir terim olarak kalmayacağı çok açıktır. Bu Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki Batı Bloku ile Rusya'nın selefi Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloku arasındaki küresel gerginliklerin görüldüğü, ikinci dünya savaşı sonrası orijinal Soğuk Savaş'a benzemektedir.

ABD ile Rusya arasında geçmiş dönemlerde yaşanan bloklaşmadan çokta farklı görülmemektedir. Birleşmiş milletlerde ve bazı uluslararası kuruluşlarda veto hakları devam etmektedir. Birinci Soğuk Savaş süreci komünist rejim ve dolayısıyla Rusya’nın liberal kapitalizme dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Bu stratejiler arasında Rusya, ABD’ye karşı Çin’le birlikte blok oluşturabilecek mi?

Son dönemde Kuzey Kore üçlüsü ile bir blok varmış gibi görünüyor. Buna Şangay’da dahil olabilir. Hatta ABD şirketlerinin ülkesindeki yatırımlarını gözardı ederse Hindistan, Venezuela bile dahil olabilir.

Diğer taraftan Ermenistan ve Azerbaycan’ın Zengezur koridorunu ABD’ye ihale etmesi, Rusya’nın arka planda kalması dikkate alındığında Türkiye’nin önü kesilmiş olabilir mi? Veya Türk Cumhuriyetlerinin yeni oluşumunda Rusya yer alırsa ABD, Azerbaycan ve Ermenistan’ın dış politika istikameti hangi yönde şekillenecektir. Bunu bu aşamada kestirmek çokta kolay ve isabetli olmayacaktır. Çin, belki de Zengezur’u kullanmayacak, arayış içinde. Çin bunu gerçekleştirebilirse Türkiye'nin eli güçlenebilir. Çin, ya Türkiye'de her yıl 10-15 milyar dolarlık üretim yatırımı yapacak ya da 10-15 sene sonra Avrupa'ya mal satmayacak. Adı çok manidar İstanbul Bridge adlı konteyner gemisi, Arktik üzerinden Çin'den Avrupa’ya taşıma yapıyor.

İsrail’in Gazze’yi tam işgal planını uygulamaya başlaması ile uluslar arası tepkiler ve geniş halk gösterileri devam ediyor. İşte bu tablo tüm Dünya'daki Vicdan Sahibi İnsanların yüreğini, birazcık da olsa soğutmuştur. Küresel Sumud yardım filosu da umutlandırmıştır. Başlangıçtan bu güne kadar hedefi işgal olan İsrail, "Gazze’yi tam işgal" planını devreye soktu ancak bu olsa olsa geçici bir başarı olacaktır. Dünyada birçok ülkenin karşı çıkmasına ve Filistin’i devlet olarak tanımasına rağmen ABD desteği İsrail’e yetmeyecek gibi görünüyor.

Ama ilk saldırısında ağır bir darbe aldı!! Kassam Tugayları, İsrailli işgalcilere cehennemi yaşattı! Çok sayıda siyonist öldü, bir kısmı da Kassam’ın pençesinde esir!

Son durum Hamas:

Savaşın sona erdiğinin ilan edilmesi, işgal güçlerinin Gazze Şeridi'nden çekilmesi ve Gazze'yi Filistinlilerin yöneteceği bir komite kurulması karşılığında tüm esirlerin serbest bırakılmasını görüşmek için müzakere masasına oturmaya hazırız mesajı ancak, müzakere heyetine İsrail tarafından Katar’ın başkenti Doha da suikast girişimi ile müzakerelere yanaşmayacağı mesajını veren İsrail. İran’da da öyle oldu. Nükleer silah görüşmeleri yapılmasının öncesinde İsrail İran’ı vurmuştu. Bu kez Katar’ın ardından Yemen’e saldırıda bulunması ABD’nin bölgedeki Arap ülkeleri ile güven ilişkisi ve stratejisi, milyar dolarları bulan güvenlik anlaşmalarını boşa çıkaran İsrail. ABD bu saldırılara engel olamayacaksa bu anlaşmaları neden yaptı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK), Gazze'de derhal ve kalıcı bir ateşkes ve sınırsız insani yardım erişimi talep eden yeni bir karar tasarısı ABD tarafından veto edildi. Barıştan yana görünüp Gazze’de ki savaşı destekleyen ABD itibar kaybetmeye devam ediyor.

ABD’de Başkan Trump’ın dışında karar verip uygulayan bir başka ABD var. Derin ABD, Trump’a rağmen, siyonist İsrail, ABD’yi ele geçirmiş durumdadır. Trump’un destekçisi ve savunucusu, Utah Valley Üniversitesi'nde Aktivist Charlie Kirk halka açık konuşma yaparken suikasta kurban gitti ve Trump’a bir gözdağı daha verildi. ABD’de Epstein dosyalarıyla Trump’ı hizaya getirdi.

Diğer taraftan; başta İspanya olmak üzere, AB’nin bazı ülkeleri Filistin’i tanıyacağını, İsrail’le ilgili yaptırımların arttırılması ve birleşmiş milletler nezdinde karar alınmasından yana görünüyorlar. ABD veto ediyor.

İspanya atalarından gelen tarihi gerçekle, Yahudilerin o dönemde İspanya’daki karışıklıklar nedeniyle 1492 yıllarında İspanya’dan kovmuştu. Bu ilk de değildi ve bu kovulan Yahudilerin bir kısmını Osmanlı İmparatorluğu da kabul etmişti. Sonuçta Yunanistan, Selanik bölgesinde, Filistin’de ve Kudüs’te İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kaybına ve hatta yıkılmasına neden olmuştur.

Ahmet El Şara yönetiminin Suriye hakimiyetinden sonra; İsrail Şam'a girmeyi test ediyor ama geldiği gibi gideceğe benzer, Golan tepeleri yetmemiş görünüyor. Burada devlet kurmak kolay değil, tam bu anda İsrail buraya girmek istiyor. İsrail, Türkiye için Fırat’ın doğusunda YPG/SDG ile Suriye’de, Güney Kıbrıs’ta Rumlarla, Ege adalarında Yunanistan’la cephe oluşturmaya çalışıyor. Türkiye ise Akdeniz’in doğusunda sıfır noktasında, İsrail sıkışmış durumda. Türkiye, İsrail’le bir savaşa çekilmeye çalışılıyor. Bu bir tuzak olarak değerlendirilmelidir. Ancak Türkiye bu tuzağa düşmemelidir. En büyük zafer savaşsız elde edilen zaferdir. Yurtta Sulh, cihanda sulh Türkiye’nin temel prensiplerindendir. Burada Türkiye'nin artan savunma sanayii gücünün İsrail üzerinde potansiyel bir baskısı da buna zorladığı düşünülebilir.

Değişik kaynaklarda ise; Türkiye’de uzun zamandır, tekil olaylarla açıklanamayacak kadar sistematik olarak ilerletilen bir senaryodan söz ediliyor. Son dönemlerde tartışılan ve Sayın Bahçeli'nin terörsüz Türkiye politikaları kapsamında, "kurucu anayasa yapacağız" ifadesini yeni anayasa fikrini sadece hukukî bir metin olarak görmek mi? gerekiyor. Yoksa bu işi toplumsal yapıyı mezhep ve etnik kimlikler üzerinden yeniden tanımlama projesi olarak görmek mi? gerekiyor.

Terörsüz Türkiye projesi ile şımartılan çevreler, bu güne kadar hiç bir ayrımcılık görmemiş Kürt ve Alevi toplulukları üzerinden müstevlilerin Türkiye’yi bölme planları TBMM de 600 milletvekilinin 327 Kürt, yaklaşık 60 Alevi, yaklaşık 20 Ermeni, Musevi, Süryani, Yezid’i, Rum gibi tebalarından oluşmaktadır ve geri kalan milletvekillerinin hepsi Türk mü acaba?

Bu görüşe göre;

Kürtlerin temsilcisi olarak Öcalan sahnede,

Milliyetçilerin temsilcisi Sayın Bahçeli,

Muhafazakâr-dindarların temsilcisi Sayın Erdoğan olarak mı görülmek isteniyor.

Burada eksik olan Alevilerin temsilcisi.

İşte Kemal Bey’in sahneye çekilmek istenmesi bu noktada devreye mi? giriyor.

Yorumlara bakıldığında bu tabloyu tamamlayacak bir çok hamle örnek gösteriliyor.

2014’teki Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu adaylığı,

2015 seçimlerinin iptali,

2018’de Sayın Muharrem İnce’nin CHP öyküsü,

2023’te bütün anketlerde geride görünmesine rağmen Sayın Kılıçdaroğlu’nun aday yapılması,

Bir başka örnek Suriye sınırındaki mayınların kaldırılmasıyla milyonlarca Suriyelinin ülkeye akın etmesi, demografik yapının değiştirilmesi.

Tüm bu gelişmeler birbiriyle bağlantısız, tesadüfi adımlar değilse bir bütünün parçaları mı? oluyor. Bu yüzden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “ofis açması” bu sahnede yer alması bir işaret olabilir mi?

Belki de küresel emperyalizm; Türkiye’yi Lübnan tipi bir yönetime götürme hevesindedir.

İşte yorumlandığında bu kritik süreç bu düzeye kadar geliyor:

Sayın Kılıçdaroğlu geri döndüğünde eksik ayak tamamlanmış mı olacak. Gerekli anayasal düzenlemeler de bu doğrultuda yapılacak yorumları getiriliyor. Ancak Türkiye Lübnan değil halkında çoğunluğu Arap değildir. Bu “Türkiye’nin üniter yapısı ve demokrasi anlayışı” için çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Türkiye; Türk’lük ve Atatürk şuuru ile asla buna izin vermez, her ne kadar iç cephede karışıklıklar yaşasa da iktidarıyla, muhalefetiyle TSK ile Polisi ve istihbaratı ile ana unsur Türk halkıyla bu oyunu bozar.

Yukarıda belirtilen değerlendirmelerde neden-sonuç ilişkisi kurulduğu taktirde; üniter yapıdan uzaklaşan bir Türkiye, etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden kurulan bir vatandaşlık tanımı ve ardından bu günde ortaya konulduğu gibi müstevlilerinde çılgın destekleriyle istenen bölgesel tavizlerle karşı karşıya kalabilir. Sonuç, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu gibi olabilir mi?

Kısacası müstevlilerin amaçları Lozan’da alamadıklarını bu yöntemle ele geçirmek mi isteyecekler. İsteyebilirler ancak gerçekleştiremezler. Türk halkı, bunun benzerini bir asır öncesi yaşadı askeri ve siyasi tecrübesi var, bu yönde asla kullanılamaz.

Türkiye de bu tartışmaların arasında Lozan Antlaşması üzerine zafer mi? mağlubiyet mi? tartışmaları da yapılır oldu. Bir grubun özellikle oniki adaların Yunanistan’a bırakılması gibi muayyen maddeler ileri sürdükleri ve yakın Türkiye tarihinden haberdar olmadıkları yada art niyetle bu yorumları ileri sürdükleri şeklinde yorumlanmaktadır. Zira, oniki adaların elden çıkışı 1912 Trablusgarp Savaşı'nın ardından imzalanan Uşi Antlaşması ile On İki Ada İtalya'ya verilmişti. 1923 Lozan Antlaşması ile de adalar İtalya'ya bırakılmıştı. "Ouchy" (Uşi) Lozan'ın bir semtidir. Türkiye tarihinde 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile anlam karışmasını önlemek için Uşi (Ouchy) Antlaşması olarak anılmaktadır.

Lozan antlaşmasının Türkiye açısından bir zafer olduğunu o tarihlerde Avrupa basını da ilan etmiştir, kabullenmiştir. Lozan antlaşması Cumhuriyeti’mizin ve milletimizi tatmin eden bir uzlaşının varlığıdır. Bu günkü şartlarda o günü ve tarihi değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Keza, kapitülasyonların kaldırılması hiç şüphesiz ki Britanya ve kapitülasyonlara sahip devletler tarafından tatmin edici de değildir. O yüzden aralarındaki ihtilafa rağmen Fransa, İngiltere ve İtalya, Lozan’daki kapitülasyonlar konusunda birleşmişlerdir. Fakat ordunun kazandığı zafer Mustafa Kemal ve İsmet Paşaların bu konudaki dirençleri meselenin seyrini değiştirmiş ve kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

Lozan Türkiye’yi müstakil bir devlet ve Cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Lozan antlaşması olmasa Birinci Dünya Savaşı da, İstiklal savaşı da hukuki statüde devam edecekti. Böyle savaşı bitiremeyen, mütareke rejimi ile devam eden ülke örnekleri vardır. En başta Avrupa ikinci dünya savaşından sonra 1980’lerin sonuna kadar Almanya’nın statüsü uluslararası bir antlaşma ile tespit edilmiş değildi. Mütareke hükümlerine göre ve tekil antlaşmalarla durum devam etmiştir.

Mesela Avusturya mütarekeden sonra devlet anlaşması denen 1955 tarihli müttefikler ve yeni Avusturya arasındaki bir anlaşmayla bağımsızlık statüsüne kavuşmuştur. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti için Lozan antlaşması önemli bir temel noktadır. Artık Türkiye günlük kavgalardan ve hukukun silah olarak kullanılmasından ve bu tür tartışmaları, iç gerilimleri ve çatışmaları bırakıp yakın tarihimizden dersler çıkararak, yeni durum ve oluşumların değerlendirmelerini yapmak politikalarını, stratejilerini planlamak zorundadır. İktidarlara göre değişen bir stratejik politika değil uzun vadeli devlet politikalarını ortaya koymalıdır.

Sağlık ve barış dolu nice mutlu yıllar dileğiyle.

İlk yorum yazan siz olun